İpek yolunun en önemli ülkelerinden biri de 1858 yılına kadar Müslüman Türk hükümdarlar tarafından idare edilen Hindistan’dır. Hindistan’da Delhi merkez olmak üzere kurulan ve çoğu Türk asıllı hânedanlar tarafından idare edilen Delhi Sultanlığı(1206-1526).Hindistan’ın sosyal, ekonomik ve siyasî hayatında büyük değişikliklere sebep olmuştur. Her şeyden önce Hindistan’daki çok sayıda devletçik zamanla ortadan kalkmış ve merkezî idare gelişmiştir. Bu arada şehirler büyümüş ve Hindû geleneklerinin aksine kozmopolit bir yapı oluşmuştur. Delhi sultanları ayrıca Hindistan’ın dış dünyaya açılmasına önem vermişler, böylece ticarî faaliyetler milletler arası bir hüviyet kazanmıştır. Delhi Sultanlığında devletin resmî dili Farsça idi. Zamanla bu dil ile yerlilerin dili Hintçenin karışımından Ordu dili de denilen Urduca ortaya çıkmıştır. Delhi Sultanlığının aslî unsuru olan Müslüman Türkler Moğol tehdidi yüzünden Hindistan’da, dolayısıyla yoğun bir Hindû atmosferinde yaşadıkları için Sünnîliğe sıkı sıkıya bağlı kalmışlardır. Hindûlar’a karşı Hanefî fıkhına göre davranmışlar ve onlardan cizye almışlardır. Hindûlar’ın mevcut tapınakları muhafaza edilmiş, fakat yeni mâbed inşasına müsaade edilmemiştir. Delhi Sultanlığı döneminde ilim ve kültüre de önem verilmiştir. Zira bu devirde Moğollar’dan kaçan çok sayıda âlim buraya yerleşmişti. Bunlar arasında Muizzüddin Çiştî, Nizâmeddin Evliyâ, Hoca Kutbüddin Bahtiyâr ve Şeyh Ferîdüddin Mesud sayılabilir. Böylece XIII ve XIV. yüzyıllarda Delhi zamanın en büyük ilim ve kültür merkezi haline gelmişti. Bölge daha sonra Babürlülerin eline geçmiştir. Babürlü Hânedanın kurucusu ve ilk hükümdarı Çağatay Türklerinden Bâbür’dür.
Bugün Hindistan denince ilk akla gelen şüphesiz Agra şehrinde XVII. yüzyılda inşa edilen ve Türk- İslâm türbe mimarisinin en başta gelen eseri Tac Mahal adlı Babürlü Camii ve külliyesidir. Bu Devletin güç ve kudretini temsil eden eser Şah Cihan ile eşi Ercümend Bânû Begüm (Mümtaz Mahal) arasındaki aşk ve muhabbetin timsali haline gelmiştir. Ocak 1632’ de başlayan inşası yirmi iki yıl sürmüş, çevre düzenlemesi ve diğer bölümleriyle birlikte tamamlanması 1654 yılında mümkün olmuştur. Osmanlı, İranlı, Suriyeli usta ve sanatkârlarla birlikte mahallî Hintli ustalara da görev veren hükümdar türbenin inşası için mimar ve ustalardan oluşan bir heyet kurmuş, heyetin başına bizzat kendisi geçmiştir. Üstâd Muhammed Îsâ Efendi adlı, Osmanlı asıllı bir mimarın başlarında bulunduğu bildirilen bu heyet tarafından hazırlanan plan uygulanarak bu günkü görünümü almıştır. Bu yapıların ortasında bütün ihtişamıyla yükselen ana türbe binası bir kenarı 95 m. olan kare bir kaide üzerinde yer almaktadır. Köşelerde bulunan 42 m. yüksekliğindeki minareler tarafından çerçevelenen ana türbe binası, geleneksel Türk türbe mimarisinde olduğu gibi sekizgen bir iç plana sahiptir. Yapının üstünde 44 m. yüksekliğindeki dış kubbe, geniş bir kasnak üzerinde büyük bir haşmetle durmakta olup soğan biçimindedir. Bu kubbe üzerindeki âlemin ucuna kadar binanın tabandan yüksekliği 74 m. olarak tespit edilmiştir. Yapının bütününe hâkim olan, mermer içine renkli taş kakma (pietra dura) tekniğiyle yapılmış tezyinatla, bütün mütevâzı kullanılışına rağmen malzemenin ihtişamı ve çok sayıdaki değerli taşın meydana getirdiği tesirlerle ihtişamlı bir görüntü oluşturulmuştur. Kemer aralarında, kitâbelerde ve sandukaların üzerinde bulunan zümrüt, yakut, pırlanta, iri incilerden ve diğer kıymetli taşlardan oluşan malzemeyle desteklenen tezyinatın esasını meydana getiren kitâbeler ve arabesk motifler yapının içinde ve dışında yer almaktadır. Ana türbe binası ve külliyenin diğer bölümlerinde bulunan kitâbeler dinî mahiyettedir ve Kur’ân-ı Kerîm’den âyetler ihtiva etmektedir. Bunların arasında en meşhuru cephelerde yer alan Yâsîn sûresi olup Osmanlı tebaasından olduğu bilinen Hattat Settâr Han tarafından yazılmıştır.
Son olarak Türkâri resim Sanatında “Çerçeve kırmak” diye tabir edilen bir gelenek vardır. Buna göre, bir şahıs veya objenin, resmin çerçevesinden dışarı taşması o şahsın veya objenin arka planının sonsuza kadar resimde olduğu gibi devam edegeldiği farz edilir. İpekyolu 1,2 ve 3 tablolarının sırayla yan yana konmaları halinde üst çerçeveleri bu geleneğe uygun olarak kırılmış ve ipek yolu serüveninin(!) sonsuza kadar devam edeceği görüşü vurgulanmak istenmiştir.
The Great Silk Road 3
India was one of the Silk Road’s most important countries that were ruled by Muslim Turkish rulers up to 1858. Delhi Sultanate (1206-1526) that headquartered in Delhi and ruled by Turkish origin dynasty caused great changes in India’s social economic and politic life. First of all small states in India disappeared and central management was provided. Meanwhile the cities grew and a cosmopolitan structure was formed in contrast to the Hindu traditions. Delhi Sultans provided India’s opening to the outer world and commercial activities became international. The official language of Delhi Sultanate was Persian. Over time a mixture of Persian and local Hindu languages emerged as “Urdu” language. Delhi Sultanate, because of Mongol threat, living in dense Hindu atmosphere, adhered to the Sunni cult. They applied Hanefi law to Hindus and took tax(cizye) from them. Hindus kept their temples but Muslims didn’t permit to new ones. Importance was given to science and culture in Delhi Sultanate because of many scholars who fled from Mongols settled here. Muizüddin Çişti, Nizameddin Evliya, Hodja Kutbüddin Bahtiyar, Sheik Feridüddin Mesud were among them. Between XIII-XIV. centuries Delhi became the greatest science and culture center of the time. Mughals captured the region afterwards. Mughal dynasty’s founder was Babür from Çağatay Turks.
Today Taj Mahal is the first thing that comes to mind in India. It is in Agra city, built in XVII. century. It is Turkish Islamic tomb architectures’ masterwork. It includes Babürlü mosque named Taj Mahal and a building group(külliye). The building representing the power of the reign became the symbol of the love and affection between Shah Cihan and his wife Ercümend Banu Begüm(Mümtaz Mahal). The construction began in January 1632 and lasted 22 years. Completed with landscaping and other sections, in 1654. Ottoman, Persian, Syrian, Hindu workmen construct the building under the command of architects and masters group whose leader was Üstad(master) Muhammed Isa Efendi(lord). Muhammed Isa was of Turkish origin and taking orders from Shah Cihan. The main tomb building was on a square base with a side of 95 meters. There are 42 meters long minarets in the corners. The main tomb building has an octagonal interior plan as in the traditional Turkish tomb architecture. Over the building, 42 meters long dome takes place with a circle base and onion shape. Buildings height is measured 74 meters from the base to the highest point of the dome. The cladding of the building is made from marble. Colured stones were inlaid into marble (pietra dura). The use of gemstones gave the building a wonderful apperance. There are emerald, ruby, diamond, large pearl arabesque decorations, between arcs, in the inscriptions, on the chests at the inner and outer parts of the building. Inscriptions are religious and contains verses from Quran. The most famous one, Surah Yasin was in front of the building. It was written by Ottoman calligrapher Settar Han.
There was a tradition called breaking the frame in Türkari. A person or an object protruding beyond the frame was intended for them to go on forever. If we put the Silk Road pictures 1,2,3, in order the upper frame is broken and Silk Road intended to go on forever.