Türkâri, Türk tarzı resim demektir. Yeni bir terim değildir. 1975 öncesi bütün Batılı ülke ansiklopedilerinde görülebilir. Cumhuriyet’in ilk dönemlerinde buna “Alaturka” (Alla Turca) derlerdi. Zaman içerisinde Alaturka anlam kaymasına uğrayarak düşük kalite, ikinci sınıf anlamına geldiği için bugün pek kullanılmıyor. Türkâri, Dünya Kültür yapısının, kısaca Doğu ve Batı olarak ayrıştığı ortamda Doğu Kültürü içinde yer alır. Doğu kültürü içinde yer alan diğer bir oluşum da Çin Kültürüdür. Eski Türk resim sanatına Batılılar “Minyatür” dedikleri için ve zamanın aydınları(!) bu adlandırmayı süratle benimsediklerinden dolayı, bugün de bu isimle anılmaktadır. Oysa ne Selçuklular, ne Osmanlılar ne de bir başka Türk Devletinde, tarihin hiçbir döneminde, bir tek minyatür sanatçısı yaşamamıştır. Hiçbir zaman el yazması kitapları resimlendiren sanatçılara minyatürcü veya minyatür sanatçısı denilmemiştir. Bu Coğrafyada yaşayan Nakkaş Behsad, Nakkaş Osman, Sultan Muhammed, Nakkaş Sadıkî, Nakkaş Arifî, Matrakçı Nasuh ve daha yüzlerce nakkaşı,Türk tarzı resim yani Türkâri Resim yapan nakkaş ustalarımız olarak anabiliriz.
Tespit edebildiğimiz kadarıyla, “Türkâri” tâbirini en son kullanan kişi 1956 yılında Topkapı Harem dairesi ziyaretçilere açıldığında, burayı gezen Yahya Kemal Beyatlı’dır. O tarihte çıkan Hayat Mecmuası’nda Beyatlı, Odalardaki Türkâri işlemelerin fevkalâde güzel olduğunu söylemektedir. Ondan önce Ziya Gökalp’in de kullandığı bilinmektedir. Ziya Gökalp “Avrupa”da, bu Türk hayranlığına “Turquerie” adı verilir. … Yalnız ülkemize özgü olan bu garip durumun nedeni nedir? diye sormaktadır. Yahya Kemal’den sonra Türkâri sözcüğü hiç kullanılmamış bunun yerine,W. Hausengen’in uygun gördüğü minyatür adı kullanılmıştır. Topkapı Sarayı- Yazma Eserler Bölümündeki eserleri gördükten sonra ülkesi Amerika’ya dönünce “The Ottoman Miniature” adlı bir kitap yazan Alman asıllı sanat tarihçisi W.Hausengen’in, bu eserlerini adlandırdığı İngilizce tâbirle, yâni “Minyatür” olarak benimsenmesi elân devam etmektedir. O güne kadar Türk Resimi konusunda dosdoğru bir araştırma yapmayan aydınlarımız, bu Amerikalı’nın yazdığı kitabına “Osmanlı Minyatürü” adını vermesi üzerine apar topar bir takım çalışmalar yapmışlarsa da bunlar hem çok mütevazi hem de çok yetersiz kalmıştır. Ancak bu iyi niyetli çalışmaların hepsinde konu başlığı, ne yazık ki hep Osmanlı “Minyatürü” olarak yer almıştır.
25 – 40 bin yıl olarak kabul edilen medeniyet tarihi içinde, oldukça yakın bir süre kabul edilebilecek bir zaman dilimi olan, son bin yılını incelemek çok zahmetli bir iş değildir. Ancak Türk kültürünün kökenlerini incelemekteki en önemli sorun bu araştırma aralığının 12\20 bin yıllık bir geçmişe dayanmış olmasıdır. Fiziki Coğrafya şekillerinin günümüzden çok farklı olduğu O zamanki dünyada, defalarca alfabe ve din değiştirmiş ve göç yoluyla gittiği çok uzak ülkelerde binlerce yıl sonra kendi eski köklerine yabancılaşmış bir ulusun kültürünü araştırmak gerçekten çok güçtür. Hele hele Batı başta olmak üzere tüm dünyanın, hiç de kardeşçe olmayan karşı gelimleri, sistematik olarak ve yüksek bütçelerle beslenen kültürel taarruzları göz önüne alındığında Türk aydınının kafası iyice karışmış bulunmaktadır. Bu konuda Prof. Dr İlber Ortaylı bakın ne diyor: “Türkiye Kültürel bakımdan anarşi içinde yaşayan bir ülkedir, yani tarihi mirasına sahip değildir, çevreyi kültürel bilinçle koruma sistemlerini geliştirememiştir ve asıl üzerinde durulacak konu, Türk kimliği kütlürel bakımdan 20.y.y. da iyi çizilmiş bir portre değildir. Buna kendimiz de karar verememişiz, kendi portremizi de tanıyamamaktayız.” Doğu ve Batı kültürlerinden birini daha iyi diğerini de kötü şeklinde algılamak son derece kısır ve de hatalıdır ve bizi içinden çıkılmaz yanlışlıklara götürür. Ayrıca böyle düşünmek Batılı düşünce sistematiğine daha yakın bir uygulama şeklidir. Bu nedenle sanatı, Doğu sanatı ve Batı sanatı diye temelde iki ayrı karaktere ayırmaktayız. Bunun sonucu olarak Doğu genelde anti- maddi kavramlar peşinde, Batı ise maddi algılamalar peşinde olan toplumlar olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu saptamayı aslında birçok Batılı düşünür ve sanat adamının yapıtlarının satır aralarında da bulmak mümkündür. Bu konuda,yakın geçmişin en çarpıcı örneğini Prof. İlber Ortaylı vermektedir. Hoca “Avrupa ve Biz” adlı kitabında “Başkent, Bonn’dan Berlin’e taşınacağı zaman Almanya’da kıyamet koptu, litaratür bunu ele aldı: “Bonn’dan Berlin’e gidersek ne olur? Almanya daha Doğulu bir toplum olur, gitmeyelim dediler. Avrupalı olarak kalmamız için Ren Bölgesinde, Ren Kıyısında kalmalıyız.” dediler.” diye yazmaktadır.
Bana göre tüm Batı toplumlarında varlığı ortak olarak izlenebilen bu kavramsal bütünlüğe karşı, Doğu’da birbirinin kardeşi gibi duran iki ayrı düşünce ve sanat kavramı gelişmiştir. Bunlara da kısaca “Çin sanatı” ve “Türkari” diyebiliriz.
Türk tarzı dediğimiz kavram, yâni Türkâri sadece Resim alanında mı vardır? Elbette değildir. Hattâ yaşamın hemen tüm safhalarında görülebilen bir algılama konusudur. İtalyanlar’ın biraz da edepsizce “Fumo como Turco” diye atasözü haline getirdikleri anlayışa bakarsak bu “Turco”ların kendilerine yâni Batı medeniyetinin kaynağına hiç de benzemedikleri, ayrı bir yaşam tarzları olduğu anlaşılmaktadır. Bu başkalığı tesbit edenlerden biri de Karl Marks’dır. Bilindiği gibi tam adı “Grundrisse der kritik der politischen ökonomie” olan yapıt, Das Capital ilk baskısını tamamladıktan sonra kitabın bu son şekline Ek olarak kaleme alınmıştır. Yazar Orta Asya toplumlarında görülen mülkiyet ve üretim ilişkilerinin, Kapital’de ortaya attığı teoriye hiç de uymayan bir yaşam tarzına sahip olduklarını keşfetmiş ve Asya Tipi Üretim biçimi kavramını ortaya atmıştır. Bu görüşünü 1853 yılına doğru “Formen die der Kapitalischen Produktion Vorhergehn” adlı incelemesinde dile getirmiştir. O sıralarda eski toplumdaki mülkiyet ilişkilerini ve bununla bağımlı olarak üretim biçimlerini inceleyen Marks’a göre, eski toplumlarda mülkiyet ve üretim biçimi ya Antik veya Germanikti. Ancak şimdi karşısına, Orta Asya’da kişisel toprak mülkiyetinin olmadığı, üretim araçlarının ortak kullanıldığı ve üretimin Pazar ekonomisi için değil bireysel tüketim için yapıldığı bir başka tarz ortaya çıkmıştı. Adam buna Türk Tarzı yâni Türkâri üretim tarzı diyemezdi elbet. Ne dedi; Asya tipi üretim tarzı!. İşin içine Hindistan, Çin vesaireyi katınca tezi daha evrensel bir kabûl görecekti tabiiki. Bizde aldık kabûl ettik. Ansiklopedia Britanica’nın 1975 yılı ingilizce basımında 19. Yüzyılın başlarında Liverpool şehrinin sanayi sektöründeki gelişmişliğini anlatırken bir yılda imal edilen Türkâri mobilya sayısı onbini geçmiştir diyor. Demek ki Batı tarzının dışında birde Türkâri mobilya varmış. Fransızlar Türkâri için; “16. yüzyıldan 18. yüzyıla kadar Türk sanat ve kültüründen etkilenen Batı Avrupalılar (özellikle Fransızlar) tarafından bu sanat ve kültürün taklit edildiği moda akımıdır” diyorlar.
Geçtiğimiz son yüzyılda, batılı meslektaşlarının öngörüsüyle, Türk akademisyenler, Türk resmini 6. ve 11. y.y.’daki Uygur mağara resimlerine dayandırmayı uygun görmüşlerdir. Ünlü Sovyet metalurji bilgini Memedov’un bulup incelediği kemik üzerinde yapılmış nakışlı betimlemelerin tarihi ise M.Ö. 12- 20.000 yıldır ve bunlar Türkari sanatın ilk örnekleri olup çoğu simgeler bugün dahi kullanılagelmektedir. Örneğin 19.yy da Batılılarca gamalı haç adıyla sahiplenilen “Sivastika” imgesinin, MÖ 12 bin den beri Ural havzasında kullanıldığı bir gerçektir. Simgelerin nakışlanmasına dayalı bu resim anlayışı Türklerin çok geniş coğrafyalara yayılması, toplum olarak sıkça din değiştirmeleri, devlet olarak alfabe değiştirmeleri gibi sebeplerle, tarzlarında bir takım farklılaşmalar olsa bile kavramsal olarak tam bir düşünce birliğine sahiptir. Türk Resminde gözün algıladığı bir perspektif algılaması yoktur. Sanatçı perspektifi kalbiyle, duygularıyla algılar. Örneğin sevdiği veya önem verdiği insan dağların ardında bile olsa resmin en büyük ölçekli unsurudur. 16. y.y. daki “Bağdat ekolü” diye adlandırılabilecek kısa süreli bir denemenin dışında insan figürleri yüz ifadesi olmayan betimlemelerdir. Türkâri resimde esas olan vücut ifadesi; daha doğrusu vücut dilidir.
Zaman içerisinde Türkâri resmin komşu kültürleri de derinden etkilediği görülür. Eski Çin ve Japon resminde bu durum açıkça görünmektedir. Mesela Uygur tasvirleri Japon tasvirlerindeki figürlerle karşılaştırıldığında her ikisinde de aynı ifadesiz yüzler ve vücut hareketlerinin benzerliği açıkça görülmektedir. Ancak Çin ve Japon tasvirlerindeki dağlar ve tabiat görüntüleri kendi coğrafi özelliklerini taşımaktadırlar.
Geçmişi 20.000 yıl öncesine dayalı herhangi bir konuyu bugün açıklamanın zorluğunu takdir edersiniz. Bu konuda herhalde en doğru sözü Harvard Üniversitesi Teorik Fizik Profesörü olan Peter J. Lu, Erzincan’daki Mama Hatun Türbesi üzerindeki geometrik Türkâri nakışların, ünlü kuramsal matematikçi Penrose’un bugün “Penrose Tile” diye adlandırılan kuramsal çizimleri ile birebir aynı olduğunu fark edince söylemiştir: “Türklerin 500 yıl önce yaptığı şeyleri insanlık yeni yeni anlıyor.” Prof. Peter Lu’ nun bu sözlerine şu eklemeyi yapmaktan kendimi alıkoyamıyorum. “Türklerin binlerce yıl önce yaptıklarını Türk aydınları bile yeni yeni anlıyor.”
TURKARI
Turkari means Turkish style painting. It is not a new term. It can be seen in western encyclopedias before 1975. In early days of the republic it was called “alaturca” (Alla Turca). In time, the meaning of the term alaturca changed to low quality, second class, so nowadays alaturka is not used. Turkari takes place in eastern culture. Chinese culture is also in eastern culture. Westerners name the old style Turkish painting art as “miniature” and intellectuals of that time quickly adopted this term in Turkish spelling “minyatür”.Today the term minyatür is still in use. Neither in Seljuks, Ottomans nor in any other Turkish realm in history, artists who prepared manuscript books never named this painting art as miniature. The artist who lived in this region, muralist Behsad, muralist Osman, Sultan Muhammed, muralist Sadıki, muralist Arifi, Matrakçı Nasuh and many more must be called Turkish stye painting artists, of course Turkari artists.
The last person who used Turkari term was the poet Yahya Kemal Beyatlı. He visited Harem of Topkapı Palace and according to a copy of Hayat magazine published in 1956, Beyatlı found Turkari embroidery in rooms of Harem extraordinarily beautiful. The term was used by Ziya Gökalp before Yahya Kemal Beyatlı. He said “in Europe this Turkish admiration is called Turquerie”. In Turkey, after Yahya Kemal instead of Turkari term miniature (minyatür) term was used.
German born art historian W. Hausengen, after seeing manuscript books at Topkapı Palace, had written a book “The Ottoman Miniature” which was published in America, brought miniature term to Turkish. Up to that date, intellectuals who didn’t research traditional Turkish painting especially, adopted this term spelled as minyatür in Turkish. Some intellectuals studied traditional Turkish painting after Hausengen, however those studies were modest and insufficient. In those good faith studies, topic titles were always “minyatür.”
In 25-40 thousand years of civilization history, research of the last thousand years is not troublesome. But searching Turkish civilisation, which spread to 12-20 thousand years, as physical geography figures were so different from today, many times alphabet end religion changed, migration to far lands carried out and after thousands of years they alienated to their roots; is very difficult. Especially taking into consideration the unfriendly western attitudes, systematic and high budget cultural attacks, Turkish intellectuals were confused. Prof. Dr. İlber Ortaylı said that ,”Turkey is a country in a cultural chaos and does not adopt its historical heritage, the environment has not been protected with cultural consciousness. In twentieth century Turkish cultural identity was not preserved enough and we couldn’t decide on and be aware of our cultural identity.” Regarding the west and east cultures, “one of them is superior to the other” is incorrect and can lead us to inextricable mistakes. According to the western thinking we divide art as western and eastern. As a result of this, east pursuits spritual consepts and west pursuits materialism. We can find this determination in many western intellectuals and artists works. Also Prof. İlber Ortaylı in his book “Europe and us” mentioned when the capital city wanted to be moved from Bonn to Berlin, press insisted that moving to east should make the society eastern, to continue European capital city should stay near to Rhine.
Against western societies common presence of conceptual integrity, in eastern societies, two different art concept had been developed. These are China art and Turkari. Turkari is not only in painting art, also it can be seen in every level of life. Italians “Fumo como Turco” understanding shows that Turcos have different way of life from western societies. Karl Marx is one of those who determined this difference. His book named “Grundrisse der kritik der politischen ökonomie” had been written after das Capital as an additional part. Marx noticed that property and production relations of central Asia societies were different from western societies. He named this concept as Asian type of production. This opinion was mentioned in the review, “Formen, die der Kapitalistischen production vorhergehen” towards 1853. At that time, Karl Marx was searching in ancient societies, property and production relations. In Europe those were Antique or Germanic. In central Asia, people didn’t have personal property, production tools were shared. Production was made for personal consumption not for common market. This was not called Turkari style production but Asia type production. If India and China included, his thesis would gain more universal acceptance. We Turks accepted the thesis. In Encyclopedia of Britannica’s 1975 edition, at early 19th century, Liverpool’s prosperity was expressed with number of Turkari furniture manufactured in one year. It was more than 10,000. We understand from this, there were two types of furniture, western type and Turkari type. French people’s Turkari definition, from 16 to 18th century, affected by Turkish art and culture, western trend. With foresight of western colleagues, Turkish academians associated Turkish painting with Uigur cave paintings of 6-11th centuries. Famous Soviet metallurgy scientist Memedov found that figures, embroidery on a bones date was 12,000-20,000 years BC. These were the first samples of Turkari and today the same symbols are still in use. The Swastica symbol which was adopted by westerners İn the 19th century has been used in at Ural region since 12,000 BC and it is still one of the figures used in Turkari. Turkari is based on the arrangament of symbols. The migration of Turks to wide and remote lands, their conversion to several religions and change of alphabets troughout centuries caused some differences in the style however there is conceptual consensus. In Turkari there is no eye-perspective instead of this artists have heart-perspective, emotional-perspective. For example artist’s beloved, even if behind a mountain, is the biggest part of the composition. At 16th century, excluded the short term occurrence of Baghdad school style; human figures have no facial expressions. Turkari’s predicate with body expressions. In time of centuries Turkari deeply affected neighboring cultures. We can see that impression at China and Japanese paintings. In Uigur and Japanese paintings, impassive faces and body movements are same, but mountain and nature descriptions have their own geographical features. I hope you appreciate the difficulty of explaining today the topics of 20,000 years. In Erzincan over Mama Hatun tomb geometric Turkari embroidery is the same with, famous theoretical mathematician Penrose’s “Penrose tile” figures. Peter J. Lu professor of Theoretical physics at Harvard University said: “Humanity recently discovers what Turks did throughout thousands of years.” I want to add, Turkish intellectuals have just become aware of what Turks did throughout thousands of years.