Bölgedeki savaşlar ve isyanlar esnasında buradaki hareketlilik durmamış, alternatif geçişler ve deniz yolu kullanılarak ticari etkinlikler devam ettirilmiştir. Arap Seyyah İbn Hurdâzbih, bilgili ve tecrübeli kişilerin yardımıyla seyyahlar için bir deniz yolu rehberi bile yazmıştır. Denizci Simbad hikâyelerinde ve bin bir gece masallarında bunun yansımaları görülür. Abbâsîler döneminde Müslüman denizciler, Bağdat’taki büyük tüccarların mağazalarını Çin ipeklileri, Hint baharat ve güzel kokuları ile doldurmak için daha önce İran ve Habeş gemilerinin ancak erişebildikleri Seylan adasının ötesine gidiyorlardı. 525 yılında Yemen Hükümdarı Zûnüvâs’ın Bizanslı tüccarları öldürtmesinin ticarî menfaatlerine sekte vuracağını düşünen Habeşler ona savaş açtılar. Bu gibi istisnaî durumlar dışında Kızıldeniz yolu ve Kur’an’da “yaz ve kış seferleri” (Kureyş 106/2) şeklinde bahsi geçen Aden-Suriye arası karayolu ticaret seferleri uzun süre düzenli bir şekilde devam etmiştir. Horasan tüccarları Çin’e gitmek için bu ülkedeki uzun süren isyan ve kargaşadan dolayı, kervan yolunu değil daha uzun ve dolambaçlı olmasına rağmen Basra körfezinden başlayan denizyolunu tercih ediyorlardı.
Büyük İpek yolu güzergâhı üzerinde bizim sosyal, kültürel ve dini yapımızın temel taşlarını teşkil eden etkinlikler ve bunlara önayak olmuş olan büyük şahsiyetler yetişmiştir. 1 no.lu resimde sol alttaki türbe Büyük Selçuklu Devletinde yaşamış olan Nişâburlu Ferîdüddin Attâr ın türbesidir. Kendisinden sonra yaşayan pek çok İranlı mutasavvıf-şair ve edibe önderlik etmiştir. Bunlar arasında Mevlânâ, Mahmûd-ı Şebüsterî, Sa‘dî, Hâfız ve Molla Câmî sayılabilir. Özellikle Mevlânâ’nın Attâr’ı âşıkların önderi sayması, tasavvuf yolunda kendisini küçük, onu büyük görmesi, eserlerinden büyük ölçüde faydalanması, Hallâc’daki nurun Attâr’ın ruhunda tecelli ettiğini ve Hallâc’ın ona mürebbi olduğunu söylemesi şüphesiz bir sebebe dayanmalıdır.
Üstteki büyük yapı ise ünlü Semerkant Rasathanesini temsilen resmedilmiştir.. Semerkant Rasathanesi 823’te (1420) büyük gözlem araçlarıyla birlikte şehrin yakınındaki bir tepenin üzerine, aynı zamanda matematikçi ve astronom olan Timurlu Hükümdarı Uluğ (Bey) tarafından Gürgân’da kurulmuş, başta Uluğ Bey olmak üzere Kâşî, Kadızâde-i Rûmî ve Ali Kuşçu gibi astronomlar burada gözlem yapmıştır. Bâbürnâme’de binanın üç katlı olduğu belirtilmektedir. Rasathanede otuz yıl düzenli biçimde gözlemler yapılmış ve Arapça, Farsça, Türkçe olarak hazırlanan, hem İslâm dünyasında hem Avrupa’da uzun süre etkili olan Zîc-i Uluġ Bey (Zic: İslâm bilimleri tarihi literatüründe astronomi cetvellerine verilen ad) adlı çalışma ortaya konulmuştur. Rasathanede gezegenlerin ve yıldızların hassas gözlemlerini yapmak üzere hazırlanmış çok sayıda gözlem aracının bulunduğu ve daha öncekilere nazaran farklılıklar gösteren bu aletlerin tamamının özel olarak tasarlandığı, hatta bir kısmının Cemşîd el-Kâşî tarafından icat edildiği bilinmektedir. Bunların en büyüğü 40,4 m. yarıçapında taştan yapılmış, Sudüs-i Fahrî adı verilen meridyen yayıdır (sekstant). 1908 yılında ortaya çıkarılan alet astronomi tarihinin en büyük meridyen yayıdır.
Burada yürütülen çalışmalar bilim adamları tarafından şaşırtıcı biçimde modern bulunmaktadır. Yapılan pek çok ölçümün, günümüz ölçülerine çok yakın olduğu anlaşılmıştır. Meselâ ekliptiğin eğimi 32 saniye farkla 23º 30′ 17” olarak ölçülmüştür.
Eski bir geleneğimiz olan Toy töreni ve arka planda Gotland (İsveç) de müzede olan Sanda II Sıntaşı resmedilmiştir. İlk kez Kazım Mirşan tarafından okunan kitabe de, Bu ölümlü dünyadan göçen bir ulu kişinin yerine yeni bir kutlu kişinin gelişini anlatılmaktadır.
Sağ alttaki dikili taş yine İsveç te Anundshög yazıtında ise Tanrı’nın barış ve esenlik içinde yaşamayı emrettiği, kutsal olan bu emre uyulması gerekliliği anlatılmaktadır. Alman Arkeologlar, bu anıtsal taşların yapım tarihinin MÖ.4.000 den eski olduğunu belirlemişlerdir. İpek Yolu sahasındaki ulusların bir başka Türkî geleneği de, günümüzde Ahlat Mezar taşlarında ve Erzurum müzesine birçok örneği olan koçbaşlı mezar taşlarıdır. Bunun bir öreği de Bergen ( Norveç) te bulunmaktadır.
Kervansaraylar İpek yolunu vazgeçilmez anıtsal yapılarıdır. Arap akınları öncesinde Mâverâünnehir’de ticaret yolları üzerinde kurulan menzil yapılarıyla Türkistan’da çevresi koruma duvarıyla çevrili büyük çiftlik yapılarından oluşan yerleşmeler aynı işleve uygun olduğundan ribât olarak kullanılmıştır. Askerî amaçlı bu ribâtların kervansaraya dönüşmesinde bu geleneklerin payı vardır.
Anadolu, Selçuklu hâkimiyetine girmesinin ardından XII. yüzyılın sonlarında milletlerarası ticaretin merkezi olmuştur. Ekonomi politikalarını ve fetihlerini milletlerarası ticaretin konumuna göre düzenleyen Selçuklu sultanları Anadolu’nun bir ucundan diğer ucuna, ana ticaret yollarından ara yollara kadar her alanda kervansaray yaptırmışlardır. Sultanlar ve devlet adamları tarafından inşa ettirilen bu vakıf yapılarında yolcular üç gün boyunca kervansaray kurucusunun misafiri sayılır ve ücret alınmazdı. Selçuklu kervansaraylarında sefer sırasında ordunun konakladığı, yabancı hükümdarların ağırlandığı ve bu yapıların gerektiğinde hapishane ve sığınak olarak da kullanıldığı bilinmektedir. Selçuklu kervansarayları, kesme taş kaplı ve destek kuleleriyle güçlendirilmiş yüksek duvarlarıyla bir kaleyi andırmaktadır. Bu yapılar, kervanların güvenliği kadar kervanlarla yolculuk yapan kişilerin her türlü ihtiyacını karşılayacak şekilde düzenlenmiştir. Barınma ve yemek imkânlarının yanı sıra hamam, mescid, eczane ve gerektiğinde hekim, fakir yolculara bedava ayakkabı, hayvanlar için yem, nalbant, veteriner, araba tamiri gibi hizmetler sunulmuştur.
İpek yolu üzerinde ki Ulusların bize armağan ettiği en ulu şahsiyetlerin başında şüphesiz Şeyh Bahâeddin Nakşibendî Hz.leri gelmektedir. 2 No.lu resimde Şeyh hazretleri bu gün Buhara’da bulunan kendi türbesi önünde vaaz ederken resmedilmiştir. Buhara Emirinin himayesindeyken, Adâb ve erkân öğrendiği gençlik yıllarında gördüğü bir rüya üzerine, kendisinin doğumundan yaklaşık bir asır önce (617/ 1220) vefat etmiş olan Abdülhâlik-ı Gucdüvânî’nin ruhaniyetine intisap etti ve Üveysî lakabını aldı. Bir gün Buhara’da mezarları dolaşırken yakın zamanda vefat eden Semmâsî’den Gucdüvânî’ye kadar ulaşan sûfîleri mâna âleminde müşahede etti. Bahâeddin’in mânevî gelişmesinde Yeseviyye vasıtasıyla Türk tesirinin de göz ardı edilmemesi lâzımdır. Nakşibendîlik Bahâeddin’in ölümünden üç nesil sonra Orta Asya Türk kavimleri arasında yayılmaya ve giderek evrensel bir çekicilik kazanmaya başlamıştır.
Bölgede kurulmuş Türkî Devletlerin en önemlilerinden biride çağdaşlarına göre çok daha yüksek bir kültür düzeyine ulaşan Uygur Hanlığıdır. Uyguristan’da, günümüz Batı ülkelerinde bu gün dahi görmekte zorlandığımız büyük bir toplumsal hoşgörü hakimdi. Öyle ki Ülkede Mani tapınakları, Budist tapınakları, Hıristiyan Kiliseleri ve zamanla Camiler aynı alanda yan yana bulunmaktaydı. Beşbalık’ta elli kadar tapınak ve çok sayıda kule vardı. 840 yılında Kansu ve Turfan’a yerleşen Uygurlar kendilerine ait bir alfabeleri ve yazıları vardı. Soğd yazısı diye bilinen bir metni Kâşkarlı Mahmut, Türk yazısı diye değerlendirmektedir. Bu işlek yazı daha sonra Çağataylılarca da kullanılmış ve Uygur yazısı diye anılmıştır. Bu yazı XV. yüzyılda Osmanlı sarayında diğer Türk devletleriyle yazışmalarda da kullanılmıştır. Mâverâünnehir Müslümanlarının kâğıt imalini Uygur esirlerinden öğrendiği rivayet edilse de aslında kâğıttan Talas Savaşı’ndan sonra haberdar oldukları ve buradan dünyaya yaydıkları bilinmektedir. Hatta Çin usulünde tahta basma tekniğinin yanında ilk defa Türkçe hecelerden oluşan bir monotip baskı da Uygurlar tarafından icat edilmişti.
İpek yolu IX ve XI. yüzyıllarda, büyük bir kısmını kontrolleri altında tutan Uygurların sayesinde düzenli bir şekilde işleyerek gelişti. Daha sonra kurulan Hitay Devletinin kuruluşunda yine Uygurlar önemli rol oynamışlardır. Kaanlığın yıkılışından sonra göçlerle büyük ölçüde boşalan topraklara zamanla Moğol Kabileleri yerleşmiştir.
Devamı Büyük İpek Yolu 3/3’te…
The Great Silk Road 2
Wars and rebellions could’t stop the activity of trade in the region, alternative passings and seaway were used. Arab traveler Ibn Hurdazbih had written a seaway guide with the help of knowledgeable and experienced men. The effect is seen in the tales of the sailor Simbad and the tales of one thousand and one nights. In the Abbasid period, Muslim sailors went beyond the island of Ceylon, which had previously been only reached by Iranian Ethopian ships; to fill the shops of the great merchants in Baghdad with Chinese silk Indian spices and perfumes. In 525 the Ethopians who thought that the killing of the Byzantine merchants by Yemeni ruler Zunuvas would harm their commercial interests, declared war with Yemen. Except for such exceptional circumstances, Red Sea seaway and Aden- Syria road commercial expeditions (“summer and winter”, Quran Kureyş 106/2) continued for a long time. Horasan merchants preferred the seaway starting from Basra to China, to the road in Asia because of the chaos and rebellions on the way despite it was shorter than the seaway. On the great Silk Road route, there were events that formed the basis of our social cultural and religious structure and great characters who initiated them. In the first picture at left bottom the tomb of Feriuddin Attar from Nishapur of Great Seljuk realm. He was the pioneer of many Iranian sufis, poets, scholars. Mevlana, Mahmut-ı Şebüsteri, Sadi, Hafız, Molla Cami were the great characters of that time. It was based on a reason that especially Mevlana thinks of Attar being the leader of Sufis he found himself low and Attar the great in the way of Sufism and benefitting greatly from his works, great talent that Hallac had, equal to Attar, Hallac said he was his master. The large building at the top of the Picture is famous Samarkand Observatory. It was founded in 1420 with observation tools on a hill near the city. At the same time Timurlu ruler Uluğ Bey who is a matematician and astronomer, established an observatory in Gürgan. Uluğ Bey, Kaşi, Kadızade-i Rumi made observations there. In the Baburname it was written the building has three floors. For 30 years observations made and recorded on “Zic-i Uluğ Bey” in Arabic, Persian and Turkish languages. (Zic is the name given to astronomy tables in history of Islamic sciences literature). In the observatory there were many observing instruments prepared to make precise observations of planets and stars. Instruments were different from previous ones. Even some of them were specially designed by Cemşid El-Kaşi. Biggest of them was with 40.4 meters long Radius, made of stone sextant, meridian arc named sudüs-i Fahri. This instrument was unearthed in 1908. It is known to be the biggest meridian arc in history. The studies carried out here have been evaluated surprisingly modern by scientists. It has been understood that many measurements made at that time were found to be very close to the measurements of today. For example, the slope of the ecliptic measured 23^ 30’ 17” with 32 seconds difference from todays measurements.
In the picture an old tradition of the wedding ceremony and at the background Sanda II sıntaşı stone at the Swedish Gotland Museum takes place. The script on the stone was read by Kazım Mirşan. It was about the arrival of a blessed man in place of a great man who has passed away from this mortal world. The obelisk at right bottom is in Sweden Anundshög stone. The script on the stone is “God commands to live in peace and wellfare, we must obey this sacred command”. German archeologists determined that these stones were prepared before 4000 BC. Another Turkish tradition of states along the Silk Road is ram-headed tombstones. Today in Ahlat and Erzurum Museum there are many ram-headed tombstones. They have been found in Norway Bergen too.