Önceleri bir gezinti yeri, at ve okçuluk yarışlarının yapıldığı alan olan Kağıthane, 1720’den itibaren yeniden onarılmış İstanbul’un hayatında yeni bir dönem başlamıştır. Bu onarım faaliyetini başlatan Damat İbrahim Paşa, Yirmisekiz Çelebi Mehmed Efendi vasıtasıyla Fransa’dan getirttiği planları esas alarak Kağıthane Deresi’ni bir park şeklinde yeniden düzenlemek istiyordu. Burada ilk önce, Paris’teki Fontainbleau Sarayından ilham alınarak, Sâdâbâd Sarayı yapıldı ki bu isim sonradan semtin de adı oldu.
Sâdâbâd Sarayı’nın en önemli özelliği, önünde akmakta olan Kağıthane Deresi’nin büyük bir taş kanal içine alınması, ayrıca arkasındaki geniş koruluğa giren ufak kanallara tabî bir ırmak görünüşü kazandırılması idi. Bu kanalcıklar arasında küçük göller meydana getirilmişti. Öte yandan derenin suları sarayın tam önünde mermer bir set ile kesilmiş ve suların mermer çanaklara dökülerek akması sağlanmıştı.
Günümüzde, çevresinde yoğun yerleşim bulunan derenin kenarları geçmişte geniş çayırlarla kaplıydı. Bu çayırlarda saraylılara ait atlar otlatılırdı. Dere, İstanbul halkı için başlıca mesire yerlerinden biriydi. İçinde kayık gezintileri yapılırdı. Osmanlı gezgini Evliya Çelebi, Seyahatnamesinde İstanbul’u anlattığı bölümde tüm bu özellikleriyle Kâğıthane Deresi’nden söz etmektedir. Eskiden yüksek kesiminde Kâğıt imalathaneleri, Un değirmenleri ve Baruthanelerin bulunduğu, düzlük kesimlerde ise Cirit oyunları ve Ok atışı için talim sahaları bulunduğu bilinmektedir.
1530 Haziran Ayında Kanuni Sultan Süleyman’ın oğulları Şehzade Mustafa ve Şehzade Mehmet ile Şehzade Selim’in Sünnet düğünleri At Meydanı’nda başlamış ve üç hafta devam ettikten sonra Kâğıthane sahrasında bir koşu ile sona ermiştir. Kağıthane 18.asırdan önce de Laleleri ile meşhurdu. Evliya Çelebi buradaki (Lalezar Mesiresinde) “”Kâğıthane Lalesi “”ismiyle meşhur “”Lale-i Günegün””den bahsederek, “”Lale vakti buraya gelenlerin aklı perişan olur”” diye yazmıştır.
Sâdâbâd ve çevresindeki yapılar, 1730 yılındaki Patrona Halil ayaklanmasına kadar İstanbul’un zevk ve eğlence yerlerinden biri olarak ün yapmıştır. Devrin şairleri Nedim, Seyyid Vehbi, İzzet Ali, Nahifi, Saim v.b.’leri burayı ve çevresindeki kasır ve köşkleri öve öve bitiremezler. Nedim, bilhassa, devrin safahat ve eğlencelerini, o zamanki Osmanlı aristokrasisinin ilişkilerini şiirlerinde son derece sanatkârane bir şekilde anlatmıştır. Sadabad, irili ufaklı yüz kadar köşk ve kasırla donatılmıştı. Bu kasırların bir kısmı hanedan mensuplarına ait olup bunlardan isimleri bilinenler, Şevk-abad, Kasr-ı Neşat, Kasr-ı Cihan, Hürremabad, Hayrabad ve Nevpeydâ’dır.
Sultan III. Ahmed ve İbrahim Paşa, Sâdâbâd’ı onarmak için parselledikleri arsaları inşaat yapmak şartıyla vezirlere, paşalara, beylere dağıtmışlardır. Sâdâbâd’ın çevresi çeşme, sebil ve havuzlarla süslenmişti. Ayrıca 1723’te bir de cami yaptırılmıştı. Sâdâbâd ve çevresindeki köşkler 1730 ihtilalinde ağır hasara uğradı. Patrona ve âvanesi bunların ateşe verilerek yakılmasını istedikleri halde, Sultan Mahmud ancak yıktırılmalarına ve bu suretle ileride onarım imkânının bulunmasına izin vermişti. İstanbul halkı sefalet içinde yaşarken 1718-1730 yılları arasında iktidarda bulunanların böyle zevk ve sefahat içinde hayat sürmeleri, halkta bir hınç ve öfke yaratmış, nihayet Patrona ayaklanması ile semt yerle bir edilmiştir.
1740’ta Sultan Mahmud’un tasarladığı gibi yeniden onarılarak özellikle III. Selim, IV. Mustafa ve II. Mahmud devirlerinde padişahların yabancı elçilerle buluşma, Anadolu ve Rumeli âyânı ile görüşme mahalli haline getirilmiştir. 1815’te Sultan II. Mahmud, Kasr-ı Neşat yerine Çadır köşkünü yaptırdı. Sultan Abdülaziz zamanında ise Sâdâbâd Sarayı yerine Avrupa mimarisi örneğinde Çağlayan kasrı ile İmrahor kasrı inşa edildi.
Son zamanlara kadar Sâdâbâd, İstanbul’un önemli mesire yerlerinden biriydi. Bunlar 1940-1941 yıllarında tarihî değerine ve güzelliğine bakılmaksızın İmrahor Kasrı ile birlikte yıkılıp ortadan kaldırıldı. Sâdâbâd’dan zamânımıza saray ve köşklerden ikisinin resim ve plânlarından başka hiçbir şey ulaşamamıştır.
Saadabad
Kağıthane was initially used to be a promenade, horse races and archery competitions place, after 1720 it was restorated and a new period begun in İstanbul life. Damat İbrahim Pasha started the restoration. Under auspices of Damat İbrahim Pasha, Yirmisekiz Çelebi Mehmet Efendi ordered plans from France and wanted to arrange a park at Kağıthane. First of all, Sadabad Palace was built, inspired by the Fontainbleau palace in Paris. This name, Sadabad, later became the name of the district. Kağıthane stream in front of Sadabat Palace was taken into stone channel. In the woods behind the palace a river view, was given a natural look with arranging some small channels. Small pools were made between these channels. In front of the palace the water of the stream was cut with a marble embarkment and the water was poured into the marble bowls.
Today the area around the stream is densely populated but in the past there were large meadows. Royal Family’s horses were grazed there. The meadows of the stream was one of the main recreation areas for the people of İstanbul. Boat rides were made in the stream. Ottoman traveler Evliya Çelebi, in his famous travel book mentioned Kağıthane stream in İstanbul section with these properties. İt is known that, in the past there were paper, flour, gunpowder mills at high ground of the region and Javelin and archery ranges at lowland.
In 1530 June, Kanuni Sultan Süleyman’s sons,princes Mustafa, Mehmet, Selim’s circumcision feast begun at At Meydanı (Horse Square) lasted three weeks and ended with a race at Kağıthane region. Kağıthane was famous with its tulips before 18th century too. Evliya Çelebi mentioned, famous Kağıthane tulip there (lalezar promenade) ,”lale-i Günegün” and said “those who came here at tulip time will be surprised by the wonderful view.”
Sadabad Palace and the buildings around it were among the famous pleasure and entertainment places of İstanbul until Patrona Halil riot at 1730. Poets of the period, Nedim, Seyyid Vehbi, İzzet Ali, Nahifi, Saim etc. praise this place mansions, palaces around it in their poems. Especially Nedim described the entertainments, Ottoman aristocracy relations in his poems in a very artistic way. There were big or small, approximately 100 mansions and palaces at Sadabad. Some of them belonged to the royal family and from those which we know the names were Şevk-abad, Kasr-ı Neşat, Cihan, Hürrembad, Hayrabad, Nevpeyda.
Sultan III.Ahmet and İbrahim Pasha gave the land they parceled out, to repair the Sadabad, to the pashas, visiers, beys, with the condition of making construction . Around the Sadabad there were public fountains and pools and a mosque was built in 1723. The mansions around Sadabad was damaged heavily in 1730 riot. Patrona Halil wanted to burn down the mansions but Sultan Mahmut gave only permission to destruct for availibity of later reconstruction. İstanbul’s people were living in poverty while notables were living in debauchery and pleasure between 1718-1730; this caused resentment and anger in the people and with riot of Patrona Halil, the district was destroyed.
As planned by Sultan Mahmud, Sadabad reconstructed at 1740 and became Sultan’s meeting place with foreign ambassadors, Rumeli and Anatolian representatives. Sultan II. Mahmut constructed Çadır Mansion instead of Kasr- Neşat and during Sultan Abdülaziz reign, with European architectual, Çağlayan and İmrahor mansions were built instead of Sadabad Palace.
Sadabad was one of the important promenade places of İstanbul until recently. These buildings were destroyed with İmrahor mansion, in 1940-41 regardless of their historical value and beauty. From Sadabad nothing has survived except the plans and pictures of two of the palaces and mansions.