Yunus Emre büyük Türk şairi, sufisi, dervişi, hümanisti ve tasavvuf erbabıdır. Mısralarıyla sevgi elçisidir. Hakk’a doğruluğa iyiliğe ve güzelliğe ulaşma konusunda yol gösteren bir uyarıcıdır. Şiirleri; Allah aşkı ile, insanlarla iyi geçinmek, gönül kırmamak, yalan söylememek, sabırlı olmak, kanaat, cömertlik, yardım severlik fikirlerini aşılar. Yunus Emre’nin yaşadığı çağ XIII. Asrın sonu ile XIV asrın ilk çeyreğidir. Bu yıllar Anadolu Selçuklularının son zamanları ile Osmanlı Devleti’nin kuruluşuna denk gelir. Haçlı seferleri, Moğol saldırıları, Babai isyanı bu dönemdedir. Bu olaylar Anadolu’da çok büyük çaplı sosyal, siyasal ve dini karışıklığa yol açmıştır. Yunus emre şiirleriyle Anadolu halkına metanet sabır aşılamış. Asırlar boyu şiirleri dergahlarda okunmuş yazılı hale getirilmiş günümüze kadar gelmiştir.
YUNUS DESTANI
Yunus Emre’nin yaşayışı, halk tarafından destanlaştırılmıştır:
Yunus, Porsuk Çayı’nın Sakarya’ya döküldüğü yerde bulunan Sarıköy’de doğmuştur. Çocukken okula verilmiş ama alfabeyi bir türlü sökememiş, elif be derken bir gün hocasına:
Elif okuduk ötürü
Pazar eyledik götürü
Yaradılmışı hoş gördük
Yaratandan ötürü
deyip okuldan çıkmıştır. Köyünde, çiftiyle çubuğuyla uğraşan Yunus kıtlık olduğu bir yıl pek bunalmıştı. Duyuyordu. Kırşehir’e yakın Sulucakaraöyük’de Hacı Bektaş Sultan derler bir pir varmış. Kendisine baş vuranlara buğday veriyormuş.
Yunus’da Hacı Bektaş’a başvurmaya karar verir. Sulucakaraöyük’e yaklaşınca düşünür, boş giden boş çıkar derler, ama ne götürsün? Dağlardan alıç toplar, öküzündeki heybelere doldurur ve dergâha gider. Hacı Bektaş’a Yunus’un geldiğini ve alıç getirdiğini söylerler. Yunus’un bu davranışı, Hacı Bektaş’ın pek hoşuna gider ve bir dervişle ona haber yollar:
“Buğday mı ister, himmet mi?”
Yunus: “Ben himmeti ne yapacağım, bana buğday lazım” der.
Hacı Bektaş: “Peki hurcunun aldığı kadar buğday doldurun” der. Emri yerine gelir ve yola düşer Yunus. Fakat yolda “Ben ne yaptım? Himmet alsaydım, buğdayı da bulurdum” diye düşünür ve geri dönüp Hacı Bektaş’a, “Buğdayları boşaltsınlar, sen bana himmet ver” der. Hacı Bektaş: “O geçti artık, o ihsanın anahtarını Tapduk Emre’ye verdik, git nasibini ondan al” diye cevap verir.
Yunus, Tapduk Emre Tekkesine gidip derviş olur. Kırk yıl hizmet eder, tekkesine odun taşır. Fakat bu kırk yıl içinde bir kere bile eğri bir odun götürmez tekkeye ve sebebini soranlara; “bu kapıdan içeriye odunun bile eğrisi giremez” der.
Yunus’un bu içten bağlılığını gören dervişler: “Yunus, şeyhin kızını seviyor da onun için bu kadar canla başla hizmet ediyor” derler. Şeyh bunları da yalancılıktan kurtarmak için kızını Yunus’a verir. Fakat Yunus ben şeyhimin kızına layık değilim diye ömrünün sonuna kadar bu kıza dokunmaz. Bu kız Kuran okurken akan sular bile durur dinlermiş.
Yunus, Tabduk Baba’ya hizmet ederken bir türlü olgunluğa erişemediğini görüp canı sıkılır ve tekkeden kaçar, yolda birkaç dervişe rastlar, onlarla yoldaş olur. Akşam olunca dervişlerden biri dua eder; Tanrı gayb aleminden bir sofra gönderir, yer içerler. Ertesi akşam öbür derviş dua eder, sonunda sıra Yunus’a gelir. Yunus ellerini kaldırıp: “Tanrım” der, “Bende bir ilerleme yok, yalnız sen benim yüzümü bunların yanında kara etme. Bunlar kimin yüzüsuyu hürmetine senden yemek istiyorlarsa, lütfet, o kişinin hakkı için yemek gönder”. O akşam, her akşamkinden fazla ve iki sofra dolusu yemek gelir. Dervişler “Kimin hürmetine dua ettin, söyle” diye Yunus’a ısrarda bulunurlar. Yunus, “önce siz söyleyin” der. Onlar: “Biz Tabduk Emre’nin dervişi, Yunus Emre yüzüsuyu hürmetine dua ediyoruz” diye cevap verirler. Bu sözü duyan Yunus, olgunluğa erişmiş olduğunu, fakat bunu kendisinin bilmediğini anlayıp, derhal döner ve sabaha karşı Tabduk Emre’nin tekkesine gelir. Ana bacıya, yani şeyhin karısına, kendisini affettirmesini rica eder. Ana bacı “Sen kapının eşiğine yat, şeyh namaza çıkarken ayağı sana dokunur ve kim bu diye sorar. Ben Yunus derim, Bizim Yunus mu derse, anla ki gönülden çıkmamışsın, hemen ayaklarına kapan af dile. Yok, eğer hangi Yunus derse anla ki gönlünden çıkmışsın, artık derdine derman ara”. Tabduk’un gözleri görmezmiş. Yunus Ana Bacının dediği gibi yapar. Tapduk “bizim Yunus mu?” diye sorunca ayaklarına kapanır. Tabduk Yunus’u affeder, ama “Bir postda iki aslan oturmaz” der. “Asamı atacağım, ardından git. Nereye düşerse orada Tanrı’ya kavuş” der. Asasını atar. Asa Yunus’un doğduğu Sarıköy’e düşer. Yunus hayatının geri kalan kısmını orada geçirip, orada Hakk’ın rahmetine kavuşur. (Abdülbaki Gölpınarlı, Yunus Emre: Yaşamı, Sanatı, Şiirleri. 1995)
Yunus Emre
YUNUS EMRE(The Poet)
Yunus Emre is the great Turkish poet, dervish, sufi, humanist and Islamic mystic. He is a compassion messenger through verses of his poems. He is a stimulant who shows the path of reaching divinity, truth, goodness and beauty. Poems of Yunus Emre inspires mainly love of God; kindness to other people, being patient, not to hurt any one, not to lie, being complacent, generous and modest.
Yunus Emre lived between the end of XIII. century and the first quarter of the XIV. century. Those years corresponds to Anadolu Selchuk’s last years and the foundation of Ottoman state. The Crusades, Mongol attacks, Babai insurrection took place in this period. These events caused great social, political and religious chaos in Anatolia. Yunus Emre inspired the people with resoluteness and patience. His poems were read and printed by dervishes in convents, kept safe through out centuries so that they reached up to the present.
YUNUS EPIC
Anatolian people legendised the life of Yunus Emre. He was born in Sarıköy which was located where Porsuk creek meets Sakarya river. Although he was sent to school, he left before learning to read. One day he gave a letter to his teacher:
We start the letters with a
We make the bazaar lumpsum
We indulge the created
For the creators sake
He started to work with his family in agriculture . One summer, as there was famine Yunus was so exasperated. He heard about Hacı Bektaş Veli who lived in Sulucakaraöyük near Kırşehir and gave wheat to countryman when they appealed. Yunus decided to appeal to Hacı Bektaş for wheat. On his way to Sulucakaraöyük he thought “who goes with nothing should return with nothing” and decided to give a present to Hacı Bektaş. He picked thorn apples from mountain trees and filled them into saddlebags on his ox. When he arrived at the convent, dervishes informed Hacı Bektaş that Yunus came with a present.
Hacı Bektaş was pleased with this behaviour and sent a message to Yunus: “Whether he wants wheat or zeal?” As Yunus chose wheat Hacı Bektaş ordered the saddlebags to be filled with wheat. On the way back home, Yunus regretted that he had done a mistake by choosing wheat instead of zeal. He turned back to Sulucakaraöyük to return the wheat and request zeal. Hacı Bektaş refused Yunus and said: “Go to Tapduk Emre and get the zeal from him.”
Yunus went to the convent of Tapduk Emre and there he became a dervish. He served for forty years, carrying firewood from forest to the convent. He always brought only the straight pieces, strictly not any crooked pieces amongst them. When the dervishes asked him why he brought only straight pieces of wood, Yunus replied: “Neither any person nor any thing which is not straight should enter this convent.” Dervishes thought that the reason for such faithfulness of Yunus was because he loved Tapduk Emre’s daughter. In order to save the dervishes from untruthfullness, the shaikh had Yunus and his daughter get married. But Yunus never touched his wife thinking that he did not deserve her. She was told to be so innocent that even running water stopped to listen her when she was reciting Qouran.
After forty years in the convent, Yunus decided he could not get matured and ran away from there. He met some dervishes on the way and became friends with them. In the evenings, one of the dervishes prayed God for food and God sent them a dinner table full of food.They ate and drank. Next evening second dervish prayed God and the dinner table was sent again. In the end Yunus’s turn came. Yunus prayed God saying: “I have not matured yet but I wish a dinner table for the honour of who ever the other dervishes prayed for.” That evening more food, almost twice the amount of food sent before came from the invisible world. Dervishes asked Yunus whom he prayed for the honour of. Yunus asked them to explain first. Dervishes said they prayed for the sake of Yunus Emre, Tapduk Emre’s dervish. When Yunus heard this, he understood he had already been matured but he could not perceive. He soon returned to Tapduk Emre’s convent and appealed Shaikh’s wife to have Tapduk Emre forgive him. She recommended Yunus to lie down on the doorstep so that Tapduk Emre’s foot would touch Yunus while he was going out for morning prayer. He would ask who that person was, she would say he was Yunus. If he asks “Is he our Yunus?” this means you are still in his heart, in this case you kneel in front of him to ask for his mercy. If Tapduk says “Which Yunus” then you have already been out of his heart. Therefore you should be sorry for not being forgiven thus you leave.”